Malpractice (Malpraktis) Davaları

Yayınlanma Tarihi : 19-09-2013

Malpractice (Malpraktis) Davaları

 

Hem bir hekim eşi hem de bir hekim dostu olarak, malpraktis davalarında, hukuken karşılaşılan sorunlar, yasal haklar ve hukuki sorumluluklar (gerek tazminat, gerek ceza ve gerekse disiplin sorumluluğu) açısından uygulamaya yönelik pratik hukuk bilgilerini, kısa, öz ve anlaşılır bir dille aşağıda siz değerli hekimlerin bilgisine sunuyorum.

 

Tıbbi kötü uygulama iddiasıyla başlayan süreç hukuk dünyasında tek bir disiplinin konusu değildir. Tıbbi kötü uygulama iddiasının nerede veya nerelerde ileri sürüldüğüne bağlı olarak;

 

  • Tazminat sorumluluğu
  • Ceza sorumluluğu
  • Disiplin sorumluluğu

 

sözkonusu olabilmektedir.

 

Öte yandan, gerek ceza, gerek tazminat ve gerekse disiplin sorumluluğu konusunda; kamuda çalışan hekimler ile özelde çalışan hekimler arasında hem yargı yetkisi, hem soruşturma ve kovuşturma usulü ve hem de sorumluluk açısından oldukça ciddi farklılıklar söz konusudur.        

 

1)       Tazminat Sorumluluğu (Maddi ve Manevi Tazminat İstemli Hukuk Davaları)

 

Hekim ile hasta arasındaki temel hukuki ilişki tazminat hukuku açısından önem arz etmektedir. Bu ilişkinin genel olarak vekalet akdi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle bu tür davalarda tazminat talepleri Borçlar Hukuku’nun vekalet akdi hükümlerine dayanılarak değerlendirilmektedir.

 

Vekalet akdine dayalı talepler 5 yıllık zamanaşımına tabidir. Tıbbi müdahalenin gerçekleştiği andan itibaren 5 yıllık süre aşılmışsa zamanaşımı itirazında bulunulması gerekmektedir. 

 

Zamanaşımı ve yetki gibi itirazlar ilk itirazlardandır ve bu itirazların yasal cevap süresinde yapılması gerekmektedir.

 

Tazminata hükmedilebilmesi için;

 

  • Tıbbi müdahale sonucunda ortaya çıkmış bir zarar sözkonusu olmalıdır
  • Doktora atfedilebilecek bir kusur sözkonusu olmalıdır
  • Kusur ile ortaya çıkan zarar arasında bir illiyet bağı sözkonusu olmalıdır

 

Bu üç unsurdan biri eksikse tazminata hükmedilemez.  

   

Bununla birlikte, özellikle kusur kavramına bakacak olursak, tazminata hükmedilebilmesi için doktorun ağır hizmet kusurunun bulunması gerektiği açıktır. Çünkü, sağlık hizmeti önceden öngörülemeyen belirli bir tehlikeyi zaten içermektedir. Kısaca, sağlık hizmeti riskli bir nitelik taşıdığından tazmin sorumluluğu için hizmet kusuru tek başına yeterli değildir. 

 

Kusur tespiti açısından önemli bir diğer husus da; yapılan muayene, gözlem, teşhis, müdahale ve tedavi işlemlerinin tıbbi gerekliliğe uygun olarak icra edilip edilmediğidir. Hekimler açısından kusur isnadı tıbbi gerekliliğe uygunluk kriteri ile ele alınmalı ve savunmada bu hususun altı özellikle çizilmelidir.

 

Tıbbi kötü uygulama nedeniyle davanın muhatabı olan tüm sağlık personelinin vakadaki kusur oranının ayrı ayrı tespit edilmesi de önem arz etmektedir. Zira, kusur nispetince tazminata karar verilmesi gerektiği açıktır.   

 

Adli Tıp Kurumu raporu bu tür davaların olmazsa olmaz koşuludur. Gerek Yargıtay ve gerekse Danıştay Adli Tıp Kurumu raporunu mutlak olarak aramaktadır.

 

Maddi tazminata hükmedilebilmesi için uğranılan maddi zararın somut olarak ispatı gerekmektedir. Uğranılan maddi zarar somut olarak ispat edilemiyorsa maddi tazminata hükmedilemeyecektir.

 

Manevi tazminatın da zenginleşme aracı olarak kullanılmaması gerekmektedir. Bu nedenle, davacının sosyal ve ekonomik durumunun doğru bir şekilde araştırılması ve tespit edilmesi önem arz etmektedir. Manevi tazminatta gerçek anlamda bir tazmin değil, manevi tatmin sözkonusudur. Savunmada bu hususa özellikle dikkat etmek gerekmektedir. 

 

Her ne kadar uzman raporları alınacak olsa da, vakanın öyküsünü anlaşılır bir dille sunmak da çok önemlidir. Mümkün olduğunca tıbbi teknik terimlerden kaçınarak yargıçların anlayabileceği bir dille vakayı özetlemek önemlidir. Nihayetinde, yargıç kanaati önemlidir.  

 

Bu genel bilgiler ışığında kamuda çalışan hekimler ile özelde çalışan hekimler arasındaki farklılık gösteren hususların altını çizmekte yarar görüyorum.

 

a)       Kamuda Çalışan Hekimler Açısından

 

Anayasa Mahkemesi’nin Yeni HMK’nun (Hukuk Muhakemeleri Kanunu) 3. maddesini iptal etmesi (16.02.2012) sonucunda, tıbbi kötü uygulama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davaları eskisi gibi idari yargının görev alanına girmekte ve idare mahkemelerinde görülmektedir.

 

Kamuda çalışan doktorlar aleyhine doğrudan dava açılamamaktadır. Bu davanın doğrudan muhatabı idare, yani Sağlık Bakanlığı’dır. Davanın kaybedilmesi halinde idarenin (Sağlık Bakanlığı) kusur nispetince personel olarak çalıştırdığı doktora rücu hakkı bulunduğundan dava ilgili sağlık personeline (doktor ve diğer sağlık personeli) ihbar edilmekte ve bu suretle doktorların davaya davalı idare yanında müdahil olarak katılması sağlanmaktadır. Süre tebliğden itibaren 30 gündür.

 

Davanın kaybedilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, mahkemece hükmedilen tazminatın da doğrudan muhatabı ilk etapta idare, yani Sağlık Bakanlığı olmaktadır.

 

Genel olarak idarenin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ve hizmet kusuru esasına dayanmaktadır. Ancak, sağlık hizmeti riskli bir nitelik taşıdığından idare açısından da ağır hizmet kusuru aranmaktadır.

 

Personel yetersizliği, tıbbi müdahaleye ilişkin gerekli ortamın ve teknik donanımın sağlanmaması ve benzeri hususlar idarenin sorumluluğunda olduğundan, olası bir aleyhe kararda, kararın dayanağını bu tür eksiklikler oluşturuyorsa, idarenin hekime rücu etmesi de mümkün olamayacaktır. Bu nedenle, kamuda çalışan doktorların savunma yaparken bu hususlara dikkat etmesi ve idarenin sorumluluğunda olan hususları gözden kaçırmaması gerekmektedir.

               

b)       Özelde Çalışan Hekimler Açısından

 

Özelde çalışan doktorlar aleyhine tıbbi kötü uygulama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davaları adli yargının görev alanına girmekte ve asliye hukuk mahkemelerinde görülmektedir.

 

Doğrudan hekim aleyhine dava açılabilmektedir. Genellikle hem hekim hem de çalışılan özel hastane aleyhine birlikte dava açılmaktadır.

 

Davanın kaybedilmesi ve kararın kesinleşmesi halinde, mahkemece hükmedilen tazminatın da doğrudan muhatabı aleyhe hükmedilen miktar nispetince hekimler olmaktadır.   

 

İddia edilen hususlar doğrudan hekimle değil de hizmet alınan özel hastane ile ilgili ise, pasif dava ehliyeti olmadığından davanın reddi gerektiğini ileri sürmek yerinde olacaktır.

 

Dava dilekçesinin tebliğinden itibaren cevap süresi 2 haftadır. Bu yasal sürede cevap dilekçesinin verilmesi ve ilk itirazların mutlaka yapılması gerekmektedir. İlk itirazlar, yetki ve zamanaşımı itirazı gibi önemli itirazlardır. Bu itirazları mutlaka yasal sürede yapmak gerekmektedir.

 

2)       Ceza Sorumluluğu

 

Tıbbi müdahale nedeniyle ceza hukuku bakımından esasen hekimin genel olarak bir cezasızlık hali sözkonusudur. Bu cezasızlık halinin temel dayanağı kanımca mağdurun rızasıdır. Bununla birlikte, fiilin tıbbi müdahale olması nedeniyle suçun unsurlarının bulunmadığını da söyleyebiliriz, ki bu unsurlar kısaca;

 

  • Tipikliğin bulunmaması
  • Maddi unsurun veya manevi unsurun gerçekleşmemesi
  • Fiilin, yani tıbbi müdahalenin, hakkın kullanılması veya hastanın rızası gibi, çeşitli nedenlerle   hukuka uygun olması

 

olarak belirtilebilir.

 

Oldukça geniş ve derin bir tartışma konusu olan, hekimin tıbbi müdahalesinin cezasızlık halinin, hem ceza hukuku ve hem de ceza felsefesi bakımından burada özetlenmesi pek mümkün değildir. Ancak, bu zaten doktorların değil hukukçuların bilmesi gereken bir konudur. Kural olarak hekimin tıbbi müdahalesi nedeniyle bir cezasızlık halinin olduğunun bilinmesi kâfidir.

 

Tıbbi kötü uygulama, yani malpraktis nedeniyle karşılaşılan ceza davaları daha çok taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçlarına ilişkin olmaktadır. Bu nedenle, daha çok bu suçlar yönünden bazı önemli hususların kısaca altını çizmekte yarar görüyorum.

 

Öncelikle şunu belirtelim. Kural olarak, tıbbi müdahale konusunda hasta aydınlatılmalı ve rızası alınmalıdır. Bu iki husus, tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun ön şartıdır. Bu ön şartların yanı sıra, müdahalenin de tıbbi gerekliliğe uygun bir şekilde yapılması zorunludur. İşte tıbbi kötü uygulama kavramı, hukuk diliyle söyleyecek olursak kusurlu müdahale hususu ve dolayısıyla ceza hukuku bu noktada devreye girmektedir. Daha anlaşılır olması için yaygın bir örnekle açıklayacak olursak; aydınlatma ve rıza, sürücü belgesine benzemektedir. Sürücü belgesi araç kullanımını hukuka uygun kılmaktadır. Ancak sürücünün dikkatsizlik sonucu bir yayaya çarpması sürücüyü sorumluluktan kurtarmamaktadır.

 

Hekimin hiçbir kusuru olmamasına rağmen tıbbi müdahale başarısızlıkla sonuçlanabilir. Şayet, aydınlatma ve rıza sözkonusuysa, bu durumda hekimin hukuki ve cezai sorumluluğundan bahsetmek mümkün değildir.

 

Taksir, neticenin istenmemesi, ancak dikkatsizlik ve özensizlik sonucu kusurlu davranışla neticenin gerçekleşmesine sebep olmaktır. Tabii ki, neticenin de öngörülebilir olması gerekmektedir. Neticenin öngörülebilmesi mümkün değilse taksir sorumluluğu da sözkonusu olmaz. Keza, doktorun kusuru yoksa meydana gelen neticeden dolayı sorumluluktan bahsetmek de mümkün değildir. Tıp diliyle söyleyecek olursak “komplikasyon” sözkonusu ise hekimin sorumluluğu yoktur.

 

Özellik arz eden ve en çok karşılaşılan bu suç tipine ilişkin kısa açıklamalarımızdan sonra, suçun unsurlarını uzun uzadıya açıklamak yerine, belli başlı bazı kavramlara başlıklar halinde değinmek daha doğru olacaktır;

 

  • Taksirle işlenen suçlarda hekimin hareketi icrai olabileceği gibi ihmali de olabilir.
  • Suç teşkil etmesi için neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir.
  • Hekimin neticeyi öngörerek hareket etmesi halinde bilinçli taksir sözkonusudur ve cezayı artıran bir unsurdur. Kanımca, bilinçli taksir konusunda “hekim yaptığı müdahalenin tüm neticelerini öngörerek yapmıştır” gibi genel bir ön kabulle hareket edilmemesi, başka bazı unsurların da aranması gerekmektedir. Örneğin, asistan doktorun çok komplike bir ameliyat yapması gibi.  
  • Netice öngörülmeden hareket edilmişse bilinçsiz taksir, yani basit taksir sözkonusudur.
  • Özen yükümlülüğünün ihlali, tıbbi müdahalelerin normal sapmaları ve riskleri ile birlikte değerlendirilmelidir. Yani, tıbbi müdahalelerin izin verilen risk kavramı içinde değerlendirilmesi ve doktorun tıbbi gerekliliğe uygun hareket etmiş olması halinde özen borcunu yerine getirmiş olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
  • Tıbbi kötü uygulama, başka bir deyişle hekimin hatalı müdahalesi ile ortaya çıkan netice arasında nedensellik bağı olması gerekmektedir.      

 

Bu açıklamalar ışığında, ceza muhakemesi açısından kamuda çalışan doktorlar ile özelde çalışan doktorlar arasındaki farklılıklara bakmakta yarar vardır.

 

a)       Kamuda Çalışan Hekimler Açısından

 

Kamuda çalışan doktorlar hakkında yapılan ceza şikayetlerinde, Savcılık tarafından ceza soruşturması yapılabilmesi için, öncelikle şüpheli doktor hakkında bağlı bulunduğu mülki idare amirinden soruşturma izni alınması gerekmektedir.

 

Mülki idare amiri soruşturma izni vermezse Savcılık soruşturma yapamayacak ve dolayısıyla doktor hakkında ceza davası açılamayacaktır. 

 

Mülki idare amiri soruşturma izni verirse, bu bir idari işlem olduğundan öncelikle bu işlemin iptali için idare mahkemesine başvurulması ve tüm kanun yollarının tüketilmesi faydalı olacaktır. Şayet idare mahkemesine yapılan iptal başvurusu lehe sonuçlanırsa, soruşturma izni iptal edilmiş olacağından yine soruşturma yapılamayacak ve dolayısıyla ceza davası açılamayacaktır.

 

Soruşturma iznine karşı iptal başvurusu yapılmazsa veya yapılıp da aleyhe sonuçlanırsa, bu durumda Savcılık soruşturmaya başlayacaktır.

 

Bundan sonraki aşamalar özelde çalışan doktorlar ile aynıdır ve aşağıda özetlenmiştir.

 

b)       Özelde Çalışan Hekimler Açısından

 

Kamuda çalışan doktorlar hakkında gerekli olan soruşturma izni özelde çalışan doktorlar için sözkonusu değildir.

 

Soruşturmayı yapan Savcılık şüpheli doktorun ve varsa tanıkların ifadesini de alarak dosyayı topladığı diğer delilerle birlikte rapor için bilirkişiye gönderecektir. Bilirkişi raporu önemlidir, zira genellikle bu doğrultuda karar verilmektedir. Sonuç olarak, ya takipsizlik kararı verilecek veya eylemine uyan suçtan cezalandırılması için iddianame tanzim edilerek ceza davası açılacaktır. Şüpheli doktor davanın açılmasıyla artık sanık olmaktadır.     

 

İddianamenin kabulü ile birlikte ceza davası başlamış olmaktadır ki, bu aşamaya kovuşturma diyoruz. Eylemine uyan suç tipine göre ilgili ceza mahkemesinde yargılama başlayacaktır.

 

Ceza davalarında hep lehe olan hükümler uygulanır. Bu nedenle, hukuk davalarındaki “geriye yürümezlik kuralı” ceza davalarında sözkonusu değildir. Gerek zamanaşımı hükümleri, gerek cezai müeyyideler ve gerekse infaza ilişkin hükümler yönünden, isnat edilen suç tarihindeki yasal düzenleme veya değişiklik yapılmışsa daha sonra yürürlüğe giren yasal düzenlemeden hangisi sanığın lehine ise o hükümler uygulanır.

 

Yargılama sonunda; beraat, ceza tayinine yer olmadığına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya mahkumiyete hükmedilir. Verilen karara göre itiraz veya temyiz gibi yargı yollarına müracaat etmek mümkündür.                        

    

 

 

 

 

              

 

         

Yazar